Medeniyetlerin Karşılaştırılması
İslam Medeniyetinin Geri Kalmışlığı


Bir önceki fetih yazımda, İstanbul’un fethinin hâlâ neden kutlandığı sorusunu, bir tür aşağılık kompleksiyle, Türk milliyetçiliğinin ve İslam’ın kendisini Batı’dan aşağı görmesiyle ilgili olabileceği şeklinde yanıtlamıştım.

Söz konusu durumun, zihinlerde var olan bir tür medeniyet rekabetinden kaynaklandığı söylenebilir. Meseleye özellikle dini medeniyetler, yani kendini herhangi bir dinle özdeşleştiren medeniyetler açısından baktığımızda, dinlerin (ve burada tek tanrıcı Ortadoğu ya da Yahudilik kökenli dinlerden bahsediyorum) yegâne hakikat, bir şeyin ve her şeyin en doğrusu olma gibi bir saplantıları var.

Dolayısıyla, kuramsal olarak, ne Hıristiyanlık ne de Müslümanlık “yegâne hakikati temsil ettiklerinden” bir başka inanç sistemi ve onun temsil ettiği medeniyetten aşağı olamazlar. Bu arada, İslam’ın kendisini Allah’ın gönderdiği en son din ve bu yüzden de en doğru din olarak tanımladığını da belirtmek gerekiyor. Hal böyle olunca, kendisini bu dinlerden birinin medeniyeti olarak tanımlayanlar ciddi bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar: Hiçbir şekilde geride kalmamalılar. Ortalığa kendilerinden daha üstün bir medeniyet çıkmamalı.

Ama herkesin bildiği gibi, Batı medeniyeti İslam medeniyetini “geride bırakmış durumda” ve Müslümanlar, diğer bir deyişle kendisini her açıdan İslam’la ilişkilendiren, bu inanç sistemiyle tanımlayan Müslümanlar (yani dünyeviyi dini olandan ayıran, bu şekilde kendisini tanımlayan Müslümanları kastetmiyorum) bu durumu hiçbir zaman kaldıramadılar.

Medeniyetler karşılaştırılabilir mi? İçinde bulunduğumuz “siyaseten doğru” çağında bu soruya verilecek yanıt elbette olumsuz olacaktır. Çünkü herhangi bir karşılaştırma birinin diğerinden daha iyi ve hatta diğerinin daha ilkel olduğu şeklinde bir sonuca varmayı gerektirecek ve bu tür ifadelere de artık, en azından akademik çevrelerde, hiç de hoş bakılmamaktadır (gerçi bu da belli akademik çevreler için doğru).

Diğer yandan, hem yukarıda bahsettiğim tek tanrıcı dinlerin temsil ettikleri medeniyetler hem de Batı medeniyeti aslında bunun tam tersi bir fikre dayanmaktadır: Bunların her biri medeniyetlerini diğerlerininkinden daha iyi, hatta en iyi medeniyet olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, bu medeniyetler açısından bakıldığında, medeniyetler tabii ki karşılaştırılabilir ve zaten sorunun kaynağı da budur: Müslümanlar (konumuz onlar olduğu için Hıristiyanları dâhil etmiyorum) en baştan beri bir yarış içinde olduklarının ve bu yarışta geriye düştüklerinin gayet farkındadırlar. Öyle siyaseten doğru olmak gibi bir dertleri de kesinlikle yoktur; en iyi medeniyet onlar olmalıdır. Aksi takdirde, İslam’ın getirdiği en temel argümanlardan biri, en sonuncu en iyidir argümanı ve dolayısıyla da İslam geçerliliğini yitirecektir.  

Medeniyetler pekâlâ karşılaştırılabilir. Ama bunun kapitalizmin getirdiği normlarla olması gerekmiyor; ne de herhangi bir Ortadoğu kökenli tek tanrıcı dininkilerle. Medeniyet veya günümüz Türkçesinde uygarlık insanlığın geliştirdiği herhangi bir yaşam biçimidir. Çeşitli tanımları olsa da, kanımca en uygun tanım medeniyetin insanın kendisi için ve kendi çabalarıyla yaptığı bir çevre, bir yapay ortam olmasıdır. Tarım gibi medeniyet de insanın yerleşik yaşama geçmesinin bir sonucudur ve her yerde yerleşikliğe geçişin hemen ardından belirmiştir. Temel hedef, yerleşikliğin nüfus yoğunluğunda getirdiği artıştan kaynaklanan iletişim ve etkileşim sorunlarını çözen bir ortam yaratılmasıdır. Belli bir alana avcı-toplayıcılığın mümkün kıldığından daha fazla insanı, en az sorunla yerleştirmektir.

Ve medeniyetlerin karşılaştırılması tam da bu kıstasa göre yapılabilir, yapılmalıdır. Ama burada elbette ufak bir zorluk söz konusudur: En az sorun nasıl veya kime göre tanımlanacaktır? Sorunlar kişiden kişiye, gruptan gruba değişiklik gösterebilir. Bu zorluk aşıldığı takdirde medeniyetler tabii ki karşılaştırılabilir. Aksi takdirde, anlamsız bir karşılaştırma ortaya çıkacaktır. Örneğin günümüz Batı medeniyeti insanlara birçok ürün ve hizmet sunmasıyla, üretim ve tüketimiyle övünürken, bir diğeri bu tüketimi aşırı, bunun üzerinden yapılan karşılaştırmayı anlamsız bulabilir. Ya da biri sağlık ve eğitim hizmetleriyle övünürken, diğeri bunların zaten medeniyetlerin getirdiği sorunların zorunlu kıldığı çözümler olduğundan vb bahsedebilir. Ya da daha dini medeniyetler kendilerini aslında sonraki yaşam için hazırladıklarını, bu dünyevi oluşumun geçici bir durak olduğunu ileri sürerek tamamen farklı bir kıstas sunabilirler. Sorunlar farklı olunca sunulan çözümler ve ortaya çıkan medeniyetler de elbette farklı olacaktır.  

Neticede dışarıdan bakanla içinde yaşayanların görüşleri farklı olacak, her ikisi de diğerini tamamen kendi bakış açılarına dayanarak eleştirecek, kendi ilkelerine göre bir karşılaştırma yapacaktır. Ve her medeniyet haliyle kendi koyduğu biçime uygun insanlar üreteceğinden, yani her habitat belli türlere izin verdiğinden, bu uçurum aslında uzun süre kapanmayacaktır. Karşılaştırma ancak söz konusu medeniyetler arasında ortak normlar belirdiğinde ve biri diğerinin bazı özelliklerini arzulamaya başladığında, yani birbirlerini aynı kulvarda görmeye başladıklarında, aralarında ortak bir alana yol açacak bir etkileşim belirdiğinde mümkün olacaktır.

İslam ve Hıristiyan medeniyetleri ortaçağ sırasında kesinlikle aynı kulvardaydı. Kullandıkları değer ve normlar ya aynıydı ya da büyük bir benzerlik söz konusuydu. Kendisini Hıristiyanlıkla tanımlayan medeniyet başka bir şeye dönüştükçe bunun değişmiş olduğu söylenebilir ama bu ikisinin parçası oldukları daha büyük ortam aynı şekilde varlığını sürdürmüştür. Hıristiyan medeniyeti daha başka bir medeniyete dönüşürken bunu kendisini İslam medeniyetinden tamamen tecrit ederek gerçekleştirmemiştir bunu. Tüm bu süreç bu ikilinin parçası oldukları bir dünyada gerçekleşmiştir ki, daha sonra Uzakdoğu veya yanlış bir şekilde Asya olarak tanımlayacağımız medeniyetsel alan da bunun parçası olmuş, yani tüm süreç bir küreselleşmeyle, birden fazla dünya sisteminin birbiriyle kaynaşmasıyla birlikte sürmüştür. Bu şekilde bir dünya sisteminin parçası olunca, bu sisteme ait medeniyetleri karşılaştırmak da kanımca mümkündür. Girdiği ilişkiler, arzuladığı hedefler ve kendini nasıl tanımladığına bakınca, İslam medeniyeti, eğer hâlâ böyle bir medeniyetten bahsedilebiliyorsa, kesinlikle modern dünya sisteminin parçasıdır ve dolayısıyla her türlü karşılaştırmaya açıktır.

Böyle bir karşılaştırmada İslam medeniyeti elbette epey yetersiz bulunacaktır. Sonuçta, Batı medeniyetine ortaçağın başlarında gayet önemli katkıları olmuşsa da, modern fikirlerin ve modern dünyanın ortaya çıkışına katkısı son derece sınırlı kalmıştır. Kendisini yenileyememiş, aşamamış ve hatta ilk başlangıcındaki konumundan daha geriye bile düşmüştür. Burada kastedilen şu veya bu önemli mucit, matematikçi, yani önemli şahıs veya icat değil, söz konusu medeniyetin yukarıda yaptığım medeniyet tanımına göre kendisini, yani insanlarına sunduğu ortamı, habitatı geliştirmesidir.

Neticede her medeniyet kendisini geliştirmek için çeşitli ekonomik, siyasi, kültürel, toplumsal ve duygusal/psikolojik kaynaklara dayanmak zorundadır. Kaynak kullanımı da her zaman paylaşımla ilgilidir ve dünya sistemleri sonuçta bu paylaşımın nasıl yapılacağının, yapıldığının ifadesidir. Tam da bu açıdan bakıldığında İslam medeniyeti olarak tanımlanan parçanın epey geride kaldığı görülmektedir. Kaynaklardan gerektiğince pay alamamaktadır. Burada karşılaştırmanın insan açısından yapılması gerektiğini belirtmem gerekiyor. Yani İslam medeniyeti olarak tanımlanan oluşumun içinde yaşayan herhangi bir insan bu bahsettiğim kaynaklardan ne kadar yararlanmaktadır? Ona sahiplenen, onun yaşadığı ortamı oluşturan medeniyet bunu ne kadar sağlayabilmektedir?  Bu tabii ki bu konuda ne kadar başarılı üretimde bulunulduğuyla ilgilidir. Örneğin insanlara çekici gelen fikir, kavram veya kalıplara ne kadar yakındır? Uygulanmasına ne kadar izin vermektedir? Ya da söz konusu ülkede yeni fikir, kavram ve kültürel kalıpların üretimi ne boyuttadır? Yoksa neredeyse yeni her şey dışarıdan mı gelmektedir? Bir medeniyetin ne kadar ileri veya geri olduğu tespit edilmeye çalışılırken en başta bu tür üretimlere ve de tüketimlere bakmak gerekiyor. Çünkü medeniyet olarak tanımladığımız insan ürünü yaşam alanının daha yaşanabilir kılınmasını sağlayacak teknik ve tasarımların üretilmesini bunlar sağlıyor. Sorun da burada kilitleniyor.  Ne yazık ki, çok hoş bir manzara söz konusu değildir. Türk malı araba yapmak hâlâ çok daha önemli kabul ediliyor. Medeniyetsel teknik ve tasarımlara ilişkin üretim düzeyinde önemli bir faaliyet yoktur. Bu açıdan bakıldığında İslam medeniyetini, en azından artık, ileri bir medeniyet olarak tanımlamak zordur.     

Yorumlar

  1. İslam medeniyetinin artik ileri bir medeniyet olarak degerlendirilemeyecegini kabul etmekte zorlaniyoruz. Psikolojik olarak bu durumla yuzlesmek yerine ilkel bir savunma mekanizmasi olusturarak durumu inkar ediyoruz. Hatta en ufak bir elestirel dusunce karsisinda asagilik kompleksine kapilip ya narsistik avuntular yaratiyor yada toplumsal fobi olusturuyoruz. Durumu tum ciplakligiyla gozler onune serdiginiz icin tesekkur ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder